Türkiye 31 Mart Pazar günü yerel seçimler için sandık başına gidecek.
Yerel yönetimler altyapı hizmetlerinin ötesinde, eğitimden meslek kurslarına, sosyal hizmetlerden kültüre çok çeşitli kamu hizmetlerini yerel ölçekte üstleniyor; halkın siyasete katılımının önünü açıyor.
Anayasa tarafından idari ve mali özerkliğe sahip, halkın mahalli müşterek ihtiyaçlarını (yerel kamu hizmetleri) karşılamak üzere yapılanan, kamu tüzel kişiliğine sahip yerel yönetimler nasıl çalışıyor? Yetkilerini yerine getirebiliyor mu? Katılımı nasıl sağlıyorlar?
Önümüzdeki dönemde yerel yönetimleri neler bekliyor?
Neyi ve kimleri seçiyoruz?
Mahalli İdareler Genel Seçimi’nde seçmenler belediye başkanlarını, belediye meclis üyelerini ve muhtarlarını seçecek.
Büyükşehir dışındaki illerde yaşayanlar, İl Özel İdare Meclis Üyeleri için de oy kullanacak.
Bunun nedeni Türkiye’de iki farklı yerel yönetim sistemi olması.
Birincisi, büyükşehir ve ilçe belediyelerinin birlikte yönettiği büyükşehirler sistemi.
İkincisi, belediye yönetimlerinin yanı sıra, başkanlığını valilerin yaptığı İl Özel İdareleri’ne sahip iller sistemi.
Türkiye’de bugün 30 il büyükşehir sistemiyle, 51 il ise iller sistemiyle yönetiliyor.
Yerel yönetimlerin yetkileri neler?
Yerel yönetimlerin yetkili ve sorumlu olduğu hizmetler oldukça kapsamlı.
Kentsel planlama ve altyapı çalışmaları, su ve kanalizasyon yönetimi ile ulaşım hizmetlerinin yanı sıra yerel yönetimlerin yetkili olduğu hizmetlerden bazılarını sıralayalım:
- Konut ihtiyaçlarının karşılanması
- Sağlık ve eğitim hizmetleri
- Kültürel ve sosyal hizmetler
- İstihdam sağlamaya yönelik çalışmalar
- Kültür ve tabiat varlıklarının korunması
- Tarım alanları ile su havzalarının korunması
Bu yetkiler kullanilabiliyor mu?
Türkiye’de yerel yönetimlerin dışında merkezi hükümete bağlı kuruluşlar da yerelde hizmet sağlıyor.
Valilik, kaymakamlık ve bakanlıkların il ve ilçe müdürlükleri ve Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) gibi merkezi kurumlar bu hizmetlerin bazılarını belediyelerden bağımsız bir şekilde yapıyor.
BBC Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nden Prof. Dr. Erbay Arıkboğa, bu nedenle Avrupa ülkelerine kıyasla Türkiye’de yerel yönetimlere daha sınırlı yetki ve sorumluluk bırakıldığını ve daha az mali kaynak ayrıldığını söylüyor.
Prof. Dr. Arıkboğa ayrıca merkezi yönetimin 2010’lardan itibaren yerel yönetimlerin alanına giren hizmetlerde önemli bir ortak olarak devreye girdiğini, örneğin kentlerin parsel bazında planlanmasında ve kentsel dönüşüm süreçlerinde önemli yetkiye sahip olduğunu belirtiyor.
Uzmanlar yerel yönetimlerin esaslarını sıralarken özerkliğin önemini vurguluyor.
Arıkboğa, ‘Türkiye’de Yerel Yönetimlerin Temel Çerçevesi’ adlı raporunda özerkliği, yasal sınırlar içinde, merkezi yönetimden talimat veya izin almadan serbestçe hareket etmek, diye tanımlıyor.
Arıkboğa, “[Yerel yönetimler] kendi kararlarını alır, kendi bütçelerini yapar, harcama önceliklerine ve yatırımlarına kendileri karar verir ve yönetim faaliyetini icra eder” diyor.
Nitekim Anayasa ve Belediye Kanunu’nda belediyeler idari ve mali özerkliğe sahip.
Uzmanlara göre idari ve mali özerklik yerel ve merkezi yönetimlerin yetki, görev ve sorumluklarının ve aralarındaki ilişkinin net bir şekilde tanımlanması ve uygulanmasına bağlı.
Son dönemde yaşanan pandemi, depremler ve yangın gibi afetlerin yönetiminde merkez ve yerel arasında yetki karmaşasına işaret eden İstanbul Politikalar Merkezi (IPM) Denge ve Denetleme Ağı Proje Genel Koordinatörü Hayriye Ataş, bunun “yönetimsel çatışmalara sebep olduğunu, olağanüstü koşullara ve vatandaşların ihtiyaçlarına cevap veremediğini” söylüyor, “yereli ilgilendiren bütün sorunların tek elden ve merkezden çözülmesinin mümkün olmadığını deneyimledik” diyor.
Yerel yönetimler gerektiğinde özerk davranabiliyor mu?
Belediyeler harcama ve yatırım yapabilmek için bazen borçlanmayı seçebiliyor.
Ancak uzmanlar belediyelerin bu noktada sorunlarla karşılaşabildiğini söylüyor.
Dış kaynaklardan borçlanırken yerel yönetimlerin merkezi idarenin onayını alması gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Arıkboğa, bunun teoride anlamlı olduğunu ve Hazine’nin böylece dış borçlara garantör olabileceğine ancak merkezi yönetimin neredeyse sınırsız bir takdir yetkisinin olmasının sorun da yaratabildiğine dikkat çekiyor.
Arıkboğa, “Hükümet bu yetkisini politik amaçlarla kullanabiliyor, muhalif belediyelerin başvurularını onaylama konusunda çok istekli davranmıyor. Bu durumdan belediyeler ve şehirler olumsuz etkilenebiliyor, gerekli bazı yatırımlar aksıyor” diyor.
Arıkboğa benzer şekilde belediyelerin bazen kısa vadeli nakit sıkıntısını aşabilmek için ihtiyaç duydukları borçlanmalarda yurt içi kredi kaynaklarına erişimde sıkıntılar yaşayabildiklerini söylüyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni (İBB) örnek veren Arıkboğa, 2019 yılı sonrasında İBB’nin kamu bankalarından kredi kullanamadığını, bankaların belediyenin kredi taleplerini kabul etmediğini belirtiyor.
Yerel yönetimlerin özerkliği konusunda öne çıkan bir başka sorunun kayyım atamaları olduğunu söyleyen Arıkboğa, belediyelere kayyım atandığında meclislerin toplanamadıkları için işlevsiz hale geldiğini söylüyor.
Arıkboğa, “Ayrıca süresiz biçimde bir kayyım atadığınızda, bir yerel topluluğun seçme ve seçilme hakkını da askıya almış oluyorsunuz” diyor.
Kararlar nasıl alınıyor?
Yerel yönetimlerde kararlar Belediye Meclislerinde alınıyor.
Meclisler, belediye başkanının bölge için hazırladığı stratejik planları, performans ve yatırım programlarını, bütçeyi, çevre düzeni ve imar planlarını değerlendiriyor, belediyenin borçlanmasına, belediye şirketi kurulmasına, imtiyaz verilmesine, yatırımların yap-işlet-devret gibi modellerle yapılmasına karar veriyor.
Büyükşehir, il ve ilçe belediyelerinde meclis kararlarını seçimle göreve gelen belediye başkanları uyguluyor. İl Özel İdareleri’nin kapsadığı hizmetlerde valiler, köylerde ise muhtarlar yetkili.
Belediye başkanlarının meclisten onay almadan herhangi bir şey yapması mümkün değil, ancak görevleri kapsamında olan stratejik plan ve yıllık performans planı gibi çalışmaların hazırlanarak meclise sunulmasından sorumlular.
Halk, mahalli seçimlerde verdiği oy ile yerel yönetimlere gelecek yöneticileri seçmek açısından önemli bir görevi yerine getiriyor.
Ancak halkın yerel yönetime katılımı için daha fazla imkan var.
Katılım, Belediye Kanunu tarafından hak olarak düzenlenmiş durumda.
Kanun, bir belediye sınırı içinde ikamet eden herkesi belediyenin hemşehrisi (insan topluluğu) olarak nitelendiriyor ve “Hemşehrilerin, belediye karar ve hizmetlerine katılma, belediye faaliyetleri hakkında bilgilenme hakları vardır” diyor.
Yani halkın katılım hakkını yönetimlerden talep etmesi mümkün.
Belediye Kanunu, stratejik plan ve imar planının hazırlanması gibi süreçlerde vatandaşların katılımını teşvik ediyor.
Kanuna göre örneğin stratejik plan, “varsa üniversiteler ve meslek odaları ile konuyla ilgili sivil toplum örgütlerinin görüşleri alınarak hazırlanır ve belediye meclisi tarafından kabul edildikten sonra yürürlüğe girer”.
Katılım mekanizmaları neler ve nasıl geliştirilebilir?
Katılım mekanizmalarından bir tanesi belediyelerin meclis gündemlerini görüşmek üzere kurduğu ihtisas komisyonları.
Belediye Kanunu’na göre, “Mahalle muhtarları ve ildeki kamu kuruluşlarının amirleri ile ildeki kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, üniversiteler, sendikalar ve gündemdeki konularla ilgili sivil toplum örgütlerinin temsilcileri” oy hakkı olmaksızın kendi görev ve faaliyet alanlarına giren konuların görüşüldüğü toplantılara katılabiliyor ve görüş bildirebiliyor.
Kanun ayrıca vatandaş katılımını sağlamak için kent konseyi yapılanmasını tanımlıyor.
Buna göre Kent Konseyleri, “kent vizyonunun ve hemşehrilik bilincinin geliştirilmesi, kentin hak ve hukukunun korunması, sürdürülebilir kalkınma, çevreye duyarlılık, sosyal yardımlaşma ve dayanışma, saydamlık, hesap sorma ve hesap verme, katılım ve yerinden yönetim ilkelerini” hayata geçirmeye çalışıyor.
Prof. Dr. Arıkboğa’ya göre kent konseyi belediyeyle ilişkili ancak onun organik bir parçası değil, sivil bir platform.
Kent konseyinde oluşturulan görüşler kanunen belediye meclisinin ilk toplantısında gündeme alınarak değerlendirilmeli.
IPM Denge ve Denetleme Ağı Proje Genel Koordinatörü Hayriye Ataş, Türkiye’de halkın yerel yönetimlere katılımının “mevcut mekanizmalar aracılığıyla tam anlamıyla etkinleştirilemediğini” söylüyor.
Katılım hakkının geliştirilmesi için yerel yönetimlerin “daha açık, erişilebilir ve halka hesap verir” olması gerektiğini söyleyen Ataş şöyle devam ediyor:
Bu, teknolojik araçların ve verinin etkin kullanımı, yerel meclis toplantılarının kamuoyuna açık olması, halkın karar alma süreçlerine doğrudan katılımını sağlayacak platformların oluşturulması, kent konseylerinin yapısal ve finansal olarak güçlenmesi ve katılımcı bütçeleme, planlama uygulamaları gibi yöntemlerle sağlanabilir.”
Önümüzdeki dönemde yerel yönetimleri neler bekliyor?
Hayriye Ataş, önümüzdeki dönemi birçok uzman gibi, “çoklu krizlerle baş etmemiz gereken belirsizlikler çağı” olarak tanımlıyor ve bu anlamda da yerel yönetimleri “daha fazla özerklik ve kaynak gerektiren çok büyük zorluklar bekliyor” diyor.
Ataş, Türkiye’deki yerel yönetimlerin önündeki “iklim değişikliği, göç, hızlı kentleşme, çok boyutlu yoksulluk, sosyal adalet ve eşitsizlik gibi giderek derinleşen sorunların insan yaşamını doğrudan etkilediği gibi bir arada yaşama kültürünü ve toplumsal kutuplaşmayı da etkilediğini” belirtiyor.
Bu sorunlarla yerel düzeyde başa çıkmak için yerel yönetimlerin yerel kaynakları daha etkin kullanarak daha katılımcı, yeşil ve adil bir yönetim anlayışını benimsemesi gerektiğini söyleyen Ataş şöyle devam ediyor:
“Şüphesiz Türkiye’de yerel yönetimlerin iyi uygulama örnekleri var ancak, sorunlara yerelden uzun vadeli çözümler sunabilecek kapsayıcı adımlar henüz atılmış değil.”